skip to main |
skip to sidebar
Klasik eğitimin mutat sınıflarından geçmiş ve her şeye rağmen
cevvaliyetini kaybetmemiş olan herhangi birisi kendini çok sınırlı bir
kurtuluş imkânına sahip biri olarak düşünebilir. Okulda parlak
çocukların büyüyüp de hayata atıldıklarında aynı başarıların arkasını
getiremedikleri hep söylenegelmiştir. Bir çocuğun okulda öğrenmeye
gönderildiği ve başarı değerlendirmesinde esas alınan şeyler aslında
aklın ne en yüksek ne de en yararlı melekelerinin kullanımını
gerektirmez. Hafıza (onun da en aşağı türü) ihtiyaç duyulan temel
melekedir; gramer, diller, coğrafya, aritmetik vs. derslerini belleyip
ezbere tekrar ederken onun için bu kadarı yeterlidir. O kadar ki, böyle
bir teknik hafızaya en yüksek derecede sahip olup da çocuk dikkatinden
daha güçlü ve daha doğal bir ilgi talep eden başka şeylere karşı çok
daha az yatkın olan bir çocuk okulda en başarılı, en gözde talebe
olacaktır. Konuşulan dilin bölümlerinin tariflerini, dört işlem
kaidelerini, yahut Grekçe bir fiilin çekimlerini ihtiva eden düsturlar
toplamının on yaşındaki bir okul çocuğu için hiçbir cezp edici tarafı
yoktur, meğer ki bir vazife olarak bunlar ona başkaları tarafından
yükleniyor, yahut başka şeylere karşı yeteri kadar ilgi ya da iştiha
duymamasından kaynaklanıyor olsun. Ancak kendisine belletilenleri
muhafaza edebilen, ve ne ayırt etme yeteneğine ne de oynayıp eğlenme
ruhuna sahip, cevval bir akıldan mahrum, bünyece hastalıklı bir çocuk
genellikle okulun tam aradığı çocuktur.
Diğer taraftan okulda
tembel, haylaz bir çocuk, sağlığı ve neşesi yerinde, kan dolaşımını ve
kalbinin vuruşlarını hisseden, bir nefeste ağlamaya da gülmeye de hazır
çocuktur. O küflü imla kitabı üzerinde uyuklamak, öğretmeninin peşi sıra
kaba ve incelikten yoksun beyitleri tekrarlamak, yazı masasında
saatlerce çakılı oturmak, kayıp zamanının ve çocukça eğlencelerinin
ödülünü Noel ve Yaz tatillerinde değersiz mükâfat madalyalarıyla almak
yerine, top ve kelebek peşinde koşmayı, yüzünde açık havayı hissetmeyi,
engin vadileri yahut gökyüzünü seyretmeyi, bir kır patikasını takip
etmeyi, tanıdıkları ve arkadaşlarının küçük kavgalarına karışmayı,
peşinde koştukları şeylere katılmayı tercih edecektir. Elbette çocukları
mutat dersleri öğrenmekten alıkoyan, yahut bu değersiz takdir
payelerine ulaşmalarını engelleyen bir aptallık derecesi vardır. Fakat
aptallık addedilen şey çoğu kez ilgi eksikliği, dikkati belli bir nokta
üzerinde yoğunlaştıracak yeterli saikten yoksunluk, okul eğitiminin kuru
ve anlamsız meşguliyetlerine katlanmayı sağlayacak bir özdisiplin
becerisi noksanlığıdır. En yüksek kabiliyetler bu değersiz
meşguliyetlerin ne kadar fevkinde ise, en kör ya da küt olanları da o
kadar altındadır. Hep biliriz, en büyük deha sahibi insanlarımız, okulda
yahut üniversitede elde ettikleri dereceler bakımından en seçkin
olanlar değildir.
Arthur Schopenhauer,
Okumaya ve Okumuşlara Dair, sf. 12-13.
0 yorum yapılmış. | yorumları oku | yorum yaz:
Yorum Gönderme